Rumeli’den farklı dönemlerde ve çeşitli nedenlerle Türkiye’ye göç eden insanlarımızın, geldikleri köyün, kasabanın veya şehrin sosyal yaşama yönelik kültürel yapısının, günlük yaşantılarında özel bir yeri vardır. Bu yazıda, İstanbul’da yaşayan Balkan muhacirlerinin anavatanda sürdürdüğü örf, adet ve geleneklerinin yanı sıra günlük yaşamlarında Rumeli’ye duydukları özlemlerine ilişkin bazı tespitler ve yorumlarda bulunulmuştur.

Rumeli’nin tüm şehirlerinden insanları kucaklamış koca İstanbul, onlarla Rumelili oldu ve onların talihini, acı ve tatlı anılarını paylaştı. İmparatorluğun halis evlatlarından olan Balkan Türkleri, İstanbul’a yerleştiğinde bile içinde sürekli bir gurbet hissi taşıdı, unutulmaz bir Rumeli özlemi büyüttü. Ve bu özlemle yaşadığı Türkiye coğrafyasında ve özellikle İstanbul’da, Üsküp, Manastır, Ohri, Prizren, Mitroviça, Hasköy, Sarayova, Mostar, Koniçe, Elbasan, Selanik, Şumnu, İskeçe, Drama, Foça, Serez, Kırcaali gibi bazı Rumeli şehirlerini içlerinde yaşattılar.

Bu özlemi yalnız Türkler değil, Osmanlıya yürekten bağlı Arnavut, Boşnak, Torbeş, Pomak, Vlah, Patriyot gibi kardeş müslüman kavimler de içlerinde derinden derine hissettiler. Hepsinin içinde Rumeli’nin bir köşesi vardı. Her ne kadar yaşadıkları İstanbul gerçekleri olsa da, doğup büyüdükleri Balkan toprakları zamanla özlemleri oldu. Oralardan hiç kopmadılar. Rumeli’nin suyuna ve havasına bağımlı adeta müptelâsı olarak yaşadılar İstanbul’da.

Sarayova’nın Başçarşı muhitindeki Begova ve Sevda çeşmesi, Travnik’teki Osmanlı çeşmesi ve Kaymakçalan dağlarındaki Mehmet çeşmesinden kana kana içilen su susuzluğu değil, daha oralardan ayrılmadan çekilmeye başlanılan hasreti dindirsin diyedir aslında.

İstanbul’daki adetlerini, geleneklerini ve kültürlerini, Balkanların dağlık coğrafyasında bulunan köylerinde, kasabalarında ve şehirlerindeki gibi yaşattılar. Rumeli’ye özgü her özelliğin rengi bir diğerini hiçbir zaman gölgelemedi İstanbul’da. Rumeli’deki gelenek ve adetlerin farklılığına ilişkin küçük ayrıntıları, İstanbul’da hep kültür zenginliği olarak gördüler, garipsemediler çünkü özü aynıydı. Gönüller bir, duygular bir, ülküler bir idi.

Yürüdükleri kaldırım, attıkları adım İstanbul’da da olsa Sofya, Kurşunlu, Alibunar, Gümülcine, Priştina, Demirhisar, Rusçuk, Adakale, Vakuf, Avlonya, Filibe, Budin, Varna, Tepedelen, Rodos ahengindeydi.

İstanbul’dan her gün onlarca otobüs, uçak ve tren seferleri Rumeli’ye yolcu taşıyor. İstanbul Rumeli’ye taşınıyordu. Hiçbir zaman bitmeyecek olan bu hasret, aslında karşılıklı yapılan kısa ziyaretlerle daha da pekiştiriliyordu. İstanbul’a geri döndükleri andan itibaren, Rumeli tekrar bir mıknatıs gibi her şeyi ile onları çekiyor, yüreklere yerleşen yakıcı bir özlem içlerini kavuruyordu.

Balkanların göbeğinden Sultan Murad’ın hüzünlü ve bir o kadar da gönüllü selâmına karşılık, İstanbul’un her taşından Osman Gazi’nin ve torunlarının selâmını götürüyorlardı.

Romanya’da, Kosova’da, Makedonya’da, Arnavutluk’ta, Bulgaristan’da, Doğu Rumeli’de, Karadağ’da, Batı Trakya’da, Sancak’ta, Gagavuzyeri’nde, Bosna ve Hersek’te bir ninenin başörtüsüne işlemiş olduğu desen Mutlaka İstanbul’da bir evde asılı duran havluyu süslüyordu.

Rumeli mozaiğinin İstanbul’a yansıyan hayâlleri ve özlemleri renk renk, nakış nakış Kumanova, Mora, Niğbolu, Doyran, Estergon, Vodina, Zeniça, Sakız, Dıraç, Karlofça, Tırhala, Vidin güzelliğinde işleniyordu. İstanbul’un cumbalı evlerinde kadınların parmakları Selânik işi örgüler yapıyordu. Eli gergefli genç muhacir kızları İstanbul’un  ufuklarına dalarken,  hayâllerindeki Rumeli güzellikleri ile çeyizlerini süslüyorlardı.

Çocukların terbiyesi de ihmal edilmiyordu burada. İstanbul’da yaşayan Balkan kökenlilerin çocuklarının her biri Rumeli Beylerbeyi gibi duruşluydu adeta. İstanbul’daki Rumelilerin konaklarında, evlerinde Yıldırım Beyazıt Han diyarının terbiyesi veriliyordu. Rumeli konaklarında yüksek sesle konuşmak nasıl adaba uygun görülmüyorsa İstanbul’daki konaklarında da öyleydi.

Balkan ezgilerine sahip her Rumeli türküsü, İstanbul’da da herkesi aynı ölçüde coşturabiliyordu. Çünkü bu türküleri kimi ablasının kına gecesinde, kimi annesinin örgü örerken yanık sesiyle söylemesinden öğrenmişti. Askere giden oğlanların ve gurbete giden aile reislerinin evlerinde, yokluklarına alışmaya çalışan, onları iç yakan özlemlerle bekleyen genç kızların ve hanımların dillerinde bu türküler vardı. Saray çeşnisi taşıyan Rumeli türküleri, Silistre, Kastorya, Köprülü, Yanya, Tatarpazarcığı, Midilli, Resne, Görüce, Mamuşa, Eski Cuma, Tuzla, Kavala, Banat, İşkodra, Pirlepe esintileriyle dopdoluydu…

Bu coğrafyada yaşayan Balkan göçmenlerinin bayramları, ramazan ibadet ve eğlenceleri hep Rumeli çeşnisindeydi. Bütün törenlerde, mevlitlerde ve ritüellerde sanki buram buram yaşanan Rumeli vardı…Rumeli’nin şanlı hatıraları günümüzün hakikatleri ile birleşirdi İstanbul’da.

Ramazan gecelerinde, ailenin en büyüğünden başlayarak her gece bir ailede toplanılırdı. Bu gecelerde Tutrakan, Ahtapol, Larissa, Demirkapı, Kemalpaşa, Semadirek, İsmail, Vranye, Varna yörelerinin yemeklerinden oluşan iftar yemekleri sunulurdu. Unutulmayan Rumeli hatıraları ile dolu sohbetlerle geçen gecenin ardından sabaha karşı bütün aileye Ustrumca, Tırhala, Gevgeli, Kozan, Orşova, Süzebolu, Kanije ve Yayçe olduğu gibi börek, çorba gibi sahur yemekleri de ikram edilirdi.

Bayram, yeni doğan bebeğe isim koyma töreni gibi özel günler, bütün ailenin bir araya gelmesiyle kahvaltı sofrasında kutlanırdı… Aynen Balkanlarda olduğu gibi. Bu güzel alışkanlıklar, Raduşa, Şahin, Avlonya, Dedeağaç, Biyelina, Kıratova, Kalas, Mestanlı  geleneklerinin İstanbul’da da sürdürülmesinde önemli rol oynardı.

İstanbul, Rumeli düğünleri ve sünnet merasimlerinin beyazına bürünürdü kimi zaman. Banya Luka, Sarışaban, Kırçova, İştip, Pravişte, Bükreş, Kızanlık, Tırnova, Yenice, Berat, Sofulu gelinliklerinin ve sırmalı sünnet kıyafetlerinin tarihi beyazı olurdu İstanbul yazları kimi zaman.

Düğünler de gençlerin oynadığı Kabadayı, Osman Paşa, yeniyol, eltiler, damat, payduşka, pembe, çifte paytonlar, Vardar Ovası oyunları Rumelilerin Dimetoka, Harmanlı, Mamuşa, Koşukavak, Köstendil, Darıdere, Preşova’daki dinamiğini İstanbul’da dimdik ayakta tutmaktaydı.

İçilen kahvelerin ve çayların tadında, nargile ve tütünlerin dumanında Rumeli esintileri vardı. Misafirliklerde Gostivar’dan, İpek’ten, Dedeağaç’tan getirilmiş çayı içmek bir ayrıcalıktı. Kahveler Ortaköy, Razgrad, Geylan, Köstence, Debrecen usulü pişiriliyordu. İkram edilen her lokum Kalkandelen’den, Florina’dan, Negotin’den, Sarayova’dan, İslimye’den, Zemun’dan, Yeni Pazar’dan ayrı bir tad ve bir çeşni taşıyordu. Şerbetler, bozalar, sahlepler Paşmaklı, Girit, Debre, Sisam, Belgrat, Yanbolu kokuyordu.

Yemekler de pişirimi ve tadıyla Rumeli’liydi. Boşnak böreği, sarma, kaçamak, Arnavut ciğeri, kapuska, kebap, Arnavut böreği, pide, Elbasan tava, mamalika, paça, tikanisa, yahni, potoplika, lokum, kaşnika, güveç, büryan, kaymaçina, taratura, papaz mancası, bumbar, işkembe çorbası, kaygana, mücver, palaçinka Niş’te, Babadağ’da, Nevrekop’ta, Pazarcık’ta, Çaçak’ta, Galata’da, Yakova’daki gibi hala sevilerek yapılıyor ve yeniyordu.

Bahçelerdeki her çiçek, Kosova’nın Gazi Mestan ovasındaki gibi açıyor, kokusunu Çırpan, Eski Zağra’dan, Ropçoz’dan, Plevne’den, Bihaç’tan, Zayeçar’dan, Peşte’den, Hanya’dan, Eğri Palanka’dan alıyordu. Karanfiller, laleler, güller, zambaklar, sümbüller, papatyalar, kasımpatıları da Rumeli duruşluydu.

Tiran’da, Üsküp’te “Türk Kaldırımı” denmesine karşılık İstanbul’dakiler “Arnavut Kaldırımı” diyor, her yaştan insan, içinde Rumeli’nin bir başka köşesini yaşatıyordu. More, bre, mori, be, marı, beyahu’lu hitaplar da Balçık, Razlik, Yanya, Kukuş, Struga, Burgaz, Zeleva, Karnobat diyarlarından günümüz İstanbul’una Balkanlardan esintiler taşıyordu.

İstanbul’daki her mütevazı muhacir evi Rumeli’deki bir konak, bir saray edasındaydı. Her konağın kapı ve penceresi Rumeli edasıyla açılırdı, besmelelerle. Avlulu evlerdeki kapıcıklar, yalnız evleri değil, yürekleri de birbirine bağlar, kan bağından daha kuvvetli bir akrabalık, komşuluk bağı oluştururdu. Avlular da Rumeli doluydu.

İstanbul’daki ibadet çağrıları da Rumeli’de olduğu gibi hemen yanı başınızdaydı. Rumeli’deki Allah’a yönelişin aynısını peygamberlerle özdeşleşen İstanbul’da görebilirsiniz. Namazlardan sonra edilen duaların bir kısmı İstanköy, İbrail, Belene, İhtiman, Köprü, Taşoz, Batak, Ferecik ve Kula’daki Evlad-ı Fatihan’a da gönderilirdi.

Türk, Boşnak, Arnavut, Torbeş, Pomak, Vlah, Patriyot bir arada Rumeli’deki gibi yaşıyorlar İstanbul’da, yoksul olanlar düğün yapmak, evlenmek için para kazanmak amacıyla gurbete gidiyorlar, özlemlerindeki şehri gurbet ediniyorlardı. Bu sefer şarkılarında, türkülerinde hem İstanbul hem Rumeli, hüzünlü nağme ve sözlerle feryat ediyor; türkülere yansıyan Rumeli renkleri Türkçe, Boşnakça, Arnavutça, Makedonca, Pomakça, Romence, Yunanca dile getiriliyordu.

İstanbul, sabah, kuşluk, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitleri hâlâ Rumeli esintileri taşır. Balkan şehirlerinde gençliği, çocukluğu geçenlerin, onların çocuklarının ve torunlarının dahi oralara olan bu özlemi hiç bitmedi. Her anı bir alev gibi hissedilen bu hasret bitecek gibi de görünmüyor!

Rumeli’nin Eflâk, Dobruca, Mohaç, Bosna, Teselya, Vardar boyları, Karacaova, Sancak, Karpatlar, Erdel, Trakya, Rodoplar, Karadağ, Deliorman, Boğdan, Tuna boyları, Epir, Ofçabolu, Tikveş, Kosova, Metohiya ve Hersek yörelerine ait acı ve tatlı hatıraları; bundan böyle de edebiyatımızda, sanatımızda, folklorumuzda, dilimizde ve bizden sonra gelenlerle kıyamete dek yaşamaya devam edecektir.

Kaynaklar

  • Ali, İ., 2004. Uzaktaki Yakınlarımız. Balkan Mektubu. Sayı 14. Sayfa 20. Ankara.
  • Anonymous, 1998. Farklı İnsanlar Farklı Mutfaklar. Lezzet. Sayı 25. Sayfa 118-125. İstanbul.
  • Anonymous, 2003. Rumeli ve İstanbul. Oskar. 19 Mart 2003. Üsküp
  • Çanaklı, O., 2001. Bir Zamanlar Osmanlı İmparatorluğu. Batı Trakya’nın Sesi. Sayı 97. Sayfa 18-20. İstanbul.
  • Deveci, Y., 1997. Gençlerle Başbaşa. Rumeli’nin Sesi. Haziran 1997. Sayı 4, sayfa 22. İstanbul.
  • Kasapoğlu, T., (Tarihsiz). Rumeli Yemekleri. Sabah Yayını. 32 sayfa. İstanbul.
  • Şar, A., 2003. Yedi Tepeli Şehrin Yedi Tepesinden Dünyayı Seyretmek. Zaman. 9-16 Temmuz 2003. Sayı 365, sayfa 8. Üsküp.

Read the latest car news and check out newest photos, articles, and more from the Car and Driver Blog.

Önceki İçerikSmolare Şelalesi
Sonraki İçerikPrilep, Eski Nostaljik Fotoğraflar
Üsküp Kiril ve Metodiy Üniversitesinde lisans eğitimi aldı. Trakya Üniversitesinde master, Harran Üniversitesinde ise doktora öğrenimini tamamladı. Sırasıyla Harran Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Ordu Üniversitesinde akademisyen olarak çalıştı. Halen Namık Kemal Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Akademik alanda yazmış olduğu bilimsel makalelerin yanı sıra genelde Balkanlar özelde ise Makedonya üzerine gezi, anı, hikaye ve makale tarzı yazılar yazmaktadır.