Sessizlik yüzünüze tokat gibi iner, tüm varlığınızı zapt eder Sveti Naum’da.

Ben sessizliğin ne demek olduğunu Sveti Naum’da öğrendim. Gerçek sessizliğin, yani nihai sessizliğin aslında ne kadar büyük, ne kadar yalın, ne kadar dehşetli ve nasıl da varlık sahibi bir şey olduğunu.

Sessizlik, Sveti Naum’da bir eylemsizlik değil, bir yokluk değil, aksine çok büyük bir eylem, üzerinize olanca ağırlığıyla oturan, kendinizi evrenin en kıyısında hissettiren heybetli bir varlıktır.

Her tarafınız dev gibi dağlarla çevrilidir. O dağların zamanın başlangıcından beri var olduğunu hissedersiniz. Sizden çok daha büyük, çok daha kadim ve çok daha sağlam bir şeyle çevrili olmak, sizi içine alan çok güvenli bir alanda küçücük hissetmek, bir anda varlığınızın ilk oluştuğu o en güvenli alana götürür sizi. Her şey olması gerektiği gibidir.

Sveti Naum’a ilk kez giden herkesi saran ve sarsan ilk duygunun şaşkınlık olduğunu düşünürüm bu yüzden. Bence bu dünyada hiçbir yerde kendi varlığıyla bu kadar iç içe geçemez, var olmanın ve ait olmanın dehşetli güzelliğini hiçbir yerde daha fazla duyumsayamaz insan.

Bütün dünya Sveti Naum’da yaşasaydı daha çok roman, daha çok şiir yazılır, daha çok şarkı yapılırdı. O derece başka bir boyuta aittir bu uçurumun kenarı.

Koca dağlar, gökyüzü, o ölü göl ve uçurum. Şehir insanı için vahşi doğa.

Her gün binlerce uyaranın taarruzuna uğradığımız düzende, sadece öylece durmanın, soyutlanmanın, maruz kalmamanın, mutlak sessizliğin olanca ağırlığıyla yüklenmesine izin vermenin insan ruhunda ne kadar sağaltıcı bir etki yapabileceğini en çok orada anlayabilirsiniz.

Bu yüzden bence teslim olmaktır Sveti Naum. Açıklanabilir olanın çok ötesinde sebeplerle. Rasyonel olanın saçmalığının ve içimizdeki o büyük sezgi gücünün, ortak bilincin hatırlatıcısıdır.

Ve teslimiyet çok güzel bir duygudur.

Başak Abdula

 

———————————–

EK BİLGİ:

Ohri yakınlarındaki bir başka tarihi eser, 905 yılında manastırı kurmuş ve ölümünün ardından buradaki kilisede defnedilmiş olan Aziz Naum’un adıyla anılan Sveti (Aziz) Naum Manastırı’dır.

Manastır büyüleyici Ohri Gölü’nün kıyısında yer almaktadır.

Manastırın bulunduğu ve sınıra sadece 600 metre uzaklıktaki arazi, iki ülke arasındaki görüşmeler sırasında iyi niyet göstergesi olarak eski Yugoslavya’ya geri verilene kadar, 1912 ile 1925 yılları arasında Arnavutluk’a ait olan bölgede kalmıştır.

Göl ve orman manzarasına nazır yüksek bir kaya parçasının üzerine inşa edilmiş olan manastır Bizans mimarisinin mükemmel bir örneğidir.

Kara Drim Irmağı’nın göle döküldüğü yerdeki yemyeşil bitki örtüsüyle çevrili arazide yürüyüş yaparken duyacağınız huzurun keyfini çıkarın.