Türk Edebiyatı’nın güçlü sesi ve Balkan Türklüğü’nün efendi şairi Yahya Kemal Beyatlı üzerine yeni şeyler yazabilmek epey zor bir iş. Çünkü onun üzerine kitaplar yazıldı, konferanslar ve sempozyumlar düzenlendi, hayatı sahneye yansıdı ve de onun muhteşem şiirlerinden ölümsüz şarkılar yapıldı.

O, bir şair olduğu kadar, bir diplomat ve bir politikacıydı. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye önemli hizmetleri olmuştur.
Evet, Yahya Kemal, diplomaside, politikada ve sanat alanında Türkiye’ye hizmet etmiş bir neferdir. Millet onu daima taktir ve saygıyla anmış ve anmaktadır

Yahya Kemal, bir sanatçıydı ve bu özelliği onun yaşamına da yansımıştı. O ‘Rindlerin Akşamı’nda yalnızdır, ‘Balkan şehirlerinde’ çocuktur, ‘Endülüste Raks’eder ve ‘Aziz İstanbul’ ile ‘Kaybolan Şehir’ Üsküp onun yaşamboyu arkadaşıdır.

Yahya Kemal, kültürü geniş ve duygusal bir şairdi ama o aynı zamanda vefalı bir şairdi. Çünkü o yaşadığı şehirleri, sevdiği semtleri ve coğrafyaları hiç unutmamış, onları şiirlerinde ölümsüz kılmıştır. İstanbul’un birçok semti için şiirler yazmıştır, ki bu başka şairlere nasip olmamıştır. Yani o bir anılar şairidir. Bu zengin anılar okuru öyle bir sarar ki, başka şairlerde göremediğimiz sihirli bir dünya açılır gözlerimiz önünde.

Şimdi gelelim Yahya Kemal’in tasavvuf dünyasına.
Malum olduğu üzere Balkanlar tasavvuf yönünden Türk dünyasının en zengin coğrafyasıdır. Balkanlar’da yetişen tasavvufçular, sadece burada kalmamış, hizmetleriyle adlarını Anadolu’da ve diğer islam ülkelerinde duyurmuşlardır

Bektaşilik, Celvetilik, Halvetilik, Mevlevilik ve Melamilik gibi tarikatlar Balkanlar’da yüzyıllar boyu yaşamış ve hala yaşamaktadır.

Üsküp ve Üsküp’e yakın şehirlerde yaşamış birkaç mutasavvıfın adını da burada anmak isterim:

Üskübi Mehmet Efendi(Üsküp)
Hoca Mahmud Efendi (Üsküp)
Muhammed Nur(Üsküp, Strumica)
Hacet Baba(Köprülü)
Salih Rifat Efendi (İştip)
Hacı Maksud Efendi(Priştine)
Abdurrahim Fedai (Prizren)
Hacı Ömer Lütfi Efendi (Prizren)

Bu değerli şahsiyetler gibi daha birçoklarının yaşadığı, tasavvufun beşiği bu coğrafya elbette ki Yahya Kemal’i de etkilemiştir ve tasavvuf onun şiirlerine yansımıştır.

Yahya Kemal, milliyetçiliği kuvvetli bir şairdir.

Onun, ’Akıncılar’ ve ’Mohaç Türküsü’ şiirlerindeki şu dizeleri bize bu konuda fikir veriyor:

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Haykırdı ak tolgalı beylerbeyi ’ilerle’
Bir yaz günü geçtik tunadan kafilelerle
Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan

………………………………………………..

Bizdik o hücûmun bütün aşkıyla kanatlı;
Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.
Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!
Fethin daha ilk ülkeyi parlattığı gündü;
Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.

Yahya Kemal’in Ahmet Yesevi’ye ve Mevlana’ya derin ilgisi vardır.
Bir gün, ‘Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ adlı kitabını hazırlamakta olan Fuat Köprülü’ye şunu söylemiştir: ‘Mesela şu Ahmet Yesevi kimdir nedir? Bir araştırınız. Bakınız, bizim milliyetimizi asıl orada bulacaksınız.’

Yahya Kemal, Mevlevilik, Rifailik ve Melamilik gibi birçok tarikata ilgi duymuştur. Ama onun asıl ilgisi melamiliğe olmuştur.
Onun şu ünlü beyiti bize ilgisi konusunda bilgi veriyor:

‘Baki Efendi, Rıfkı Melül bir de bendeniz
Bizler ikinci devre Melamilerdeniz’

Burada Ulu Önder Atatürk’ten bahsetmeden geçemeyeceğim.
Evet, Atatürk’ün de Melamiliğe ilgisi vardı. Bunu nereden çıkardım diye sorarsanız, sizlere ‘Atatürk’ün Hatıra Defteri’ adlı kitabı okumanızı tavsiye ederim.
Bu kitabın 115. sayfasından okuyoruz, Atatürk’ün yaveri Şükrü Tezer anlatıyor:
…………………………………………………………………………….
‘Hiç unutmam bir gün, yakın mesai arkadaşım merhum Cevat Abbas Bey, yukarıda anlattığım sofra sohbeti sırasında kendiliğinden Melametiyye tarikatından bir bahis açarak, Melamilik konusu üzerinde bazı mütalaalarda bulunarak fikir dermeyan etmek hevesine kapılmıştı. Fakat her ne bahiste olursa olsun Mustafa Kemal’in karşısında aşık atılamayacağından, merhum bildiği kadarını söylemek istedikçe Paşa meseleyi biraz daha derinleştirerek onu kolaylıkla mat etmişlerdi. Çok enteresan buldukları bu hadiseyi Paşa sık sık tekrarlamak suretiyle alay konusu yapmaktan pek ziyade hoşlanırlardı. Ancak, bizlere karşı gösterilen müsamaha ve serbestiye rağmen, vazife anlarında vakur ve daima ciddi olan o büyük insanın hiç de şaka götürür tarafı olmazdı.’

Balkanlarda yetişen tasavvufçular tüm islam alemini kucaklamış ve hizmetlerini herkese sunmuşlardır.

Esasen eskiden, Balkanlardan Kafkaslara kadar tüm Türk dünyası bir görünürdü. Günümüzde de öyledir aslında, sadece art niyetli insanlar farklı gibi göstermeye çalışıyorlar.

Yahya Kemal’in tasavvfla ilgili epey şiiri var. Bunlar arasından onun oldukça tanınmış bir şiiriyle bu yazıyı noktalayalım:

İthaf

Fer almışken tulu-ı kibriyadan,
Bugün bi-vaye kalmış her ziyadan.
Bu mülkün farkı yok bir tengnadan
Niçin nur inmiyor artık semadan?

Bu şek, bağrımda hergün gah ü bi-gah
Dolaştım ‘Hu’ deyüp dergah dergah
Ümid ettim ki bir pir-i dil-agah
Desün ‘Destur’ mihrab-ı hafadan.

Aba var, post var, meydanda er yok;
Horasan erlerinden bir haber yok
Uzun yollarda durdum hiç eser yok
Diyar-ı Rum’ a gelmiş evliyadan !

Tecelligah iken binlerce rinde,
Melamet söndü Şark’ın her yerinde
Bu devrin gerçi son sohbetlerinde
Nefes’ler dinledik saz-ı Rıza’ dan.

O yerler işte Bağdat, işte Amid
Bugün her şuleden mahrum, camid,
O yerlerden gelen son yolcu: Hamid
Haberdar olmaz olmuş maveradan.

Bu manzumenle ey üstad-ı hoşkam
Ali’ den doldurup iksir-i ilham
Leb-i uşşaka sundun öyle bir cam
Ki yoğrulmuş türab-ı Kerbela’ dan.

Hüdai Ülker