Ulu Balkan dağlarıyla çevrili, o koskoca deniz boyutlarındaki Ohri gölünün etrafındaki muhteşem manzaranın görkemi, her mevsim insanın başını döndürür. Gölün rengi hiçbir göle benzemez ve üstelik günün her saati, suyun özelliğinden, havanın açık ya da bulutlu oluşundan kaynaklanan bir nedenden olsa gerek, göl, mavi ve yeşilin en güzel tonları arasında sürekli renk değiştirir

Ohri şehri, Ohri gölünün doğu ucunda, Struga ise batı ucunda. Her iki şirin Makedonya kenti, Ohri gölünün hemen kuzeyinde bulunan Galiçitsa dağının eteklerine kurulmuştur. Ohri gölüne heybetli bir biçimde yukarıdan bakan Galiçitsa dağının toprakları yemyeşil bitki örtüsü ile Osmanlı-Türk mimarisinin en güzel örneklerine sahip Ohri ve Struga evlerinin çatıları ise tepeden tırnağa kırmızı kiremitlerle kaplıdır.

Kan kırmızısı ve çimen yeşili… Gün ışığı bile yeşile, kırmızıya boyanır adeta. Bu nedenle buranın manzarası gökkuşağı gibidir. Ohri gölü de uçsuz bucaksız renk cümbüşü ortasında kalmış bir çiçek bahçesi gibi.

Ohri gölünün o tepelerden ve evlerden seyrine doyulmaz. Bu civarın suyunun, toprağının, yağmurunun, bitkilerinin ve ağaçlarının rengini söyler size çevredeki güzellikler. Bilmediğiniz duymadığınız renkleri bile size sunar. Ohri gölünün mavisi hiçbir maviye benzemez. Bir başka mavi ki asla tarif edilmez. Bu gölde günün doğuşunu, günün batışını seyrettiğiniz zaman işte o büyüleyici mavi renkleri görürsünüz.

Yalnız mavi değil. Göl, günün her anında başka bir renge girer. Bu renkler de bildiğimiz, gördüğümüz renklerden değil… Mesela bir an sanki yeşil olur. Görülmemiş bir yeşil. Yeşilin de farklı tonları, bazıları yaprak yeşili, bazıları ise tomurcuk yeşili…

Yeşilin sayısız tonu birbirine karışır. Bir bakarsınız, açık mavi su kütlesi bir anda mora dönüşmüş. Ya da bir yeri turunculaşmış durup dururken. Bir yeri de kızarıvermiş. Sonra da dalga dalga üzerinize gelen renkleri görmek için uygun zamanı beklemeniz gerek. Bu gölü baştan aşağı gezenler ve göl kıyısının insanları bunu çok iyi bilirler.

Çok gezmiş, çok dolaşmış olabilirsiniz. Ancak böyle muhteşem ve canlı renklerle kaplanmış bir heybetli dağa ve eşsiz bucaksız rengârenk su kütlesine hiç rast gelmemişsinizdir.

Gölün hafifçe dalgalı, beşik gibi yavaş yavaş sallandığı bir an gözünüzü günün batacağı yere, gittikçe ağaran dağların tepelerine dikin.

Dağın ardından yavaşça çekilirken her bir gün, o heybetli tepelerden narin bir hilal belirir. Bulutların alt uçları pırıl pırıl parlarken kıpkırmızı bir kor gibi, hilalin bir ucu görünür. Derken yarısı çıkar. Sayamayacağınız renkli dakikalardan sonra hiç ara vermeden hilalin tümü dağın tepesine çıkar. Dalların bile sallanmadığı, hiçbir yaprağın ve eflatun renkli çiçeğin kıpırdamadığı gecenin sessiz bir vaktinde o bembeyaz hilal, kan kırmızı yuvarlak renk kütlesi içinden çıkarak dağın tam tepesine oturur. O renk cümbüşüne yıldızlar da yarenlik eder.

Gölün ortalarının iyice karardığı gecenin bu anında sadece küçücük dalgaların kıyıya değdiği kısımları beyazlaşır. Bu, hilalin ve yıldızın paklığının göle vuran yansıması olsa gerek. Böyle bir anda dağ bile yarı sise, yarı ışığa bulanmış durumdadır.

Günün doğması da ayrı bir güzel…

Gölün tam ortasında, Galiçitsa dağının doğu ucunda belki de bir başkasından duyup inanamayacağınız büyüleyici bu olaya şahit olursunuz.

Rengârenk dakikalarla dolu bir gecenin ardından yavaşça gösterir kendini her bir gün. Galiçitsa dağının doğu ucundan bir ak ışık çıkar, şimşek gibi kayarak, dağın batısına yönelir. Sanki tüm dağdan aynı anda ışık fışkırır.

Birkaç dakika süren bu ışık oyununun ardından ortalık bir anda bembeyaza bürünür. Göl aydınlığa, dağ ışığa boğulur. Gölün ışıkları dağa, dağınki ise göle yansır… Bazen, ışıktan göle bakamazsınız. Gözleriniz yorulur. Dağlar aydınlandığında billurdanmış gibi görünür size.

Ve her gün o Ohri gölüne güneş böyle rengârenk doğar işte. Gerçekten görülmesi gereken büyüleyici bir olaydır bu. Galiçitsa dağını ve Ohri gölünü rengin her tonuna boyayarak batan güneş, her güne işte böyle taze bir başlangıçla adeta merhaba der.