Dağlara laf söylenmez.Yüce olurlar.Dik başlıdırlar.Yalnızdırlar.Doruklarını örten sis ile sohbeti çok severler.Sarp yamaçları ,sık ormanları ile direnişi sembolize ederler.Sanki, yeryüzünde fethedilememiş tek yerlerdir.Bizlere hep özgürlüğü çağrıştırırlar.”Onurlu yaşamak, Özgür olmak ile mümkündür.” dercesine.”Özgürlük, ruh’unu başkalarına satmamaktır.” dercesine.Bunun içindir ki;direnişçilerin ilk sığındıkları yerler işte bu yüce dağlardır.Tıpkı 2.ci Dünya savaşında Partizanların sığındığı Balkan Dağları gibi.. Kötü tohum,Adolf Hitler kendi düşüncesini tüm insanlığa kabul ettirebilmek için gereken yetki’yi ülkesindeki bozuk ekonomik düzen sayesinde ele geçirdi. Avrupa’yı istilaya başladı.Orduları o yıllar için çok modernize idi.Güçlü idiler.Karşılarında durabilmek için tek bir savunma şekli kalıyordu.Gerilla savaşları.Bunun için de en uygun saklanma yeri dağlardı.Krallık Yugoslavya’sı işgal edilince Partizanlar direniş için buralara sığındılar.
Özgürlük mücadelesinde her yaştan insan olabilir.Yeter ki , o mücadele insan onurunu kurtarmak için olsun.Henüz yirmili yaşlarında teni .bir su damlası kadar berrak Ve bir ışık kadar göz alıcı fidan boylu, partizan bir kız.Aşk’ı henüz tatmamış..Nasıl tatsın ki? Dünyanın delisi tüm insanlığı yok etmeyi kafasına koymuşken.Faşizm’i tüm Avrupa’da oturtmaya çalışırken bu gibi güzellikler yaşanabilir mi imiş? Hayır!diye isyan etti genç yürek.Direnmek gerekir dedi.Onun da savaş başlamadan önce hayalleri vardı tabi.Kimin yoktur ki?En delişmen yaşlar on yedi on sekizlerde bir ara aşık olur gibi oldu ama..Savaş buna müsaade etmedi.Çok okuyordu.Okumak özgürlüğü öğretti ona .Sonunda o da partizanlara katılıp dağlara çıktı.Ormanlara..
Hengameli savaş zamanlarıdır.Orman kenarındaki değirmende köylüler buğdaylarını öğütmek için sıra bekledikleri bir gündür.Bir yandan da birbirlerine korkularını anlatmaktadırlar.Ne olacaktır Yugoslavya’nın hali? Bu Hitler denilen adam ne yapmak istemektedir?Tüm bunlara köylünün pek aklı ermez..Alman birlikleri şehirleri tutmuştur Köylere gelmemektedirler..Nasılsa köylü, şehre gelip mahsulünü satmak zorundadır.Köylüler kendi alanlarında bundan dolayı rahat hareket edebilmektedirler.Onlar fısıltı halinde konuşurken değirmenin tahta kapısı açılır.İçeri bir nur süzülür.Bir damla.Partizan kız.Ama karnı çok aç.Muhtemeldir ki, köylülerden biraz ekmek istemeye gelmiştir.”Su uyur, düşman uyumaz “ derler.Doğrudur.Kızcağız, kısa bir selamdan sonra oradakilerden biraz ekmek ister..Ama değirmencinin koyu bir kralcı olduğunu nereden bilsin?.Adam,iri kıyım bir baş belası.Faşizm iliklerine kadar işlemiş.Kızcağız ilk ağızdan köylülerle konuşurken,değirmenci,bu dünya güzelini partizan kılığında görünce ,arkadan yanaşıp kollarını kıskıvrak yakalar..Köylüler şaşırırlar önce.”Dur yahu! Ne yapıyorsun?” demelerine kalmadan değirmenci bağırır;
“Bunlar yüzünden başımız hep belaya giriyor.Siz karışmayın.”Yere yatırır sonra.. Kızcağızın bütün vücudu ürperir ve yalvarmaya başlar;
“Yapma ! Ne olur! Ben sadece biraz ekmek alıp karnımı doyurmak istiyorum.” “Ben sana şimdi ekmek nasıl istenir gösterecem1” diye bağırır değirmenci.Elini kuşağının arasına atar ve o anda gün ışığı çelik hançerin soğuk yüzeyini yalar. Keskin kenarı kızın şah damarına dayanır.
“Yapma! Ne olur? Bırak beni gideyim.Hiç olmazsa gençliğime acı.” diye yalvarır partizan kız. Ama , değirmenci o kadar hırslanır ki kulakları adeta sağır olmuştur.
“ Korkma !” der;
“Krikor’un eli hafiftir!”
Birden,değirmenin un bulaşığı tahta döşemesinde ince kan kırmızısı bir derecik oluşur.
“Burası iyi!” dedi savcı ve arabacıya seslendi;
“Tamam! Burada duralım.Mahkumu indirip gereken düzenlemeleri yapın’”
Araba durunca ,jandarmalar hemen aşağıya atlayıp mahkumu da indirdiler. Elleri arkadan bağlı idi. Diğer görevliler de yağlı sicimi ağacın dalına attılar.Düzeneği hazırladılar. Yapılacak tek şey mahkumun üzerine çıkacağı sandalyeyi daldan aşağı sarkan ilmiğin altına koymaktı.
“Mahkum’a örtüsünü giydirin! Boynuna da yaftayı asın!” dedi savcı.Görevliler, elleri arkasında bağlı olan mahkumun başından beyaz örtüyü geçirip mahkeme kararını da boynuna astılar.Savcı, mahkumu bizzat kendi elleri ile sandalyeye çıkardı ve ilmiği onun boynuna taktı.Sonra da , ilmiği tam onun boğazına göre sıktı.geriye çekilip ;
“Söyle bakalım ! o kızcağız sana yapma gençliğime acı diye yalvarırken sen ne dedin?” diye sordu.Mahkum cevap vermedi:onun yerine savcı yanıtladı;
“Korkma! Krikor’un eli hafiftir! Ha?”..İpin ucundaki bir insan değildi. Ucube bir şeydi.Hani haşeratların bile bir saygınlığı olurdu ama bunun yoktu. Allah’ın boş bir zamanında o kötülük timsali melek gizlice laboratuara sızmış ve bu yaratığı yapıp Allah’ın diğer yaptıkları arasına karıştırmış sonra da hiç görünmeden çekip gitmişti.Savcı sordu;
“Söylemek istediğin son bir şey var mı?”
Değirmencinin hayatta tek öğrendiği şey yalakalıktı. Her kötü durumdan yalakalık ile kurtulacağına inanırdı.Bağırdı;
“Yaşasın Tito!”
Onun bu sözü savcıyı daha da hiddetlendirdi.
“Skt….O…Çcğ..” diye küfrederek sandalyeye tekmeyi attı.
Dağın mavi sisi eğreti bir beden ile kirlendi.İpin ucundaki adamın dili inanılmaz derecede büyümüş ve dışarı fırlamıştı.Görevliler biraz bekledi.Kısa bir titremeden sonra bedende hareket durmuştu.
“İndirin” dedi savcı.
Orada hazır bulunan Doktor da son kontrolü yapıp belgeyi tanzim etti.
“Şu eski dere yatağına atın iblisi.”.
Üzerine çevreden üstünkörü toprak attılar.Her şey tamamlanmış, kafile geldikleri yoldan geriye dönüyorlardı.Uzaklardan çakal ulumaları duyuldu.Kendilerine sunulan ziyafet için şükranlarını dile getiriyorlardı.
Olayı bizlere anlatan ve jandarmalardan biri olan şahıs o kızın adını söylemedi. Bilinmiyor.Ama söylendiğine göre Makedonya dağlarında o tarihlerden sonra yepyeni bir yabani çiçek açmaya başlamış.Yaprakları taç şeklinde sarı renkli ve beş parçalı imiş.Göbeğinde de kan kırmızısı bir damla olurmuş.Bilhassa bahar aylarında dağların yüksek yaylalarında her tarafı kaplarmış. Yazı sahibinin olayı bu satırlara dökmekteki maksadı; bir dikili taşı bile olmayan bu narin varlığı, gönüllerin sultanı yapmaktı.
Dağlar yücedir.Dağlar mağrurdur ve çok şey bilir…
Nizamettin GAZİOĞLU